EFSANE DOĞUYOR:
Efsanenin doğuşu… Bir sigara yaktı Piç Hüseyin. Ellerinin titremesini yanındaki Kirli Horoz’a göstermek istemiyordu. 1960 model bir Plymouth’un içindeydiler. Direksiyondaki Piç Hüseyin yani Hüseyin Turan. Kirli’ni adı ise Cumhur Şahin’di. Yeraltı dünyası onları Piç ve Kirli diye tanırdı. Ankara’dan gelmişlerdi ve az sonra işleyecekleri cinayetin korkusu yüreklerini daraltıyordu. Piç Hüseyin’in titremesi bundandı… Beyoğlu’nun Süslü Saksı sokağının köşesine park etmişlerdi Plymouth’larını. 1964’ün 14 Eylül akşamıydı. İkisinin bakışları kahvenin kapısına odaklandı. Orası, Kürt İdris’in kahvesiydi. Bu isim İstanbul kabadayılarını saygıyla ayağa kaldırmaya yeterdi. Ama Piç ve Kirli ona değil İdris’in en yakın arkadaşına kurmuşlardı ölümcül pusuyu.
Az sonra ‘kurban’ sokağın köşesinden döndü. Lacivert takım elbisesiyle kendinden emin ama çevreyi adeta koklayarak yürüyordu. İdris’in kahvesine doğru yöneldi. Önce kiralık katil Kirli indi arabadan. Kirli horoz, tabancasını kurbanının ardından doğrulttu ve iki el ateş etti. Yiğit adam sırtına kurşunları yemişti ama yere düşerken Smith Wesson’unu çekmeyi başardı ve tetiğe bastı. Yerde yuvarlanıyor, dönüyor ateş ediyordu. Kurşunlar Kirli Horoz’un tüm vücudunu delik deşik etti. Yere yığıldı. Oracıkta ölmüştü. Sırtındaki kurşuna rağmen ayağa kalktı lacivertli adam. Piç Hüseyin, direksiyonda donmuş kalmıştı. Tabancasını çekmeye çalıştı. Ama adam Azrail gibi bitmişti arabanın başında.
Hüseyin başını torpido altına sakladı, iki kurşun dizine isabet etmişti. “Benim adım” dedi ‘kurban'”Benim adım Dündar Kılıç! Bunu unutma piç!” Ertesi gün gazete manşetleri, bu lacivert takım elbiseli kabadayının adını tüm Türkiye’ye duyuracaktı. O artık yeraltı dünyasında egemenliğini ilan eden ‘mafya’ babasıydı. Böylece ihanetler, dostluklar, silahlar, işkenceler, hapishaneler, trilyonlar, yoksulluklar, cumhurbaşkanları ve evlat acıları içinde geçecek olan koca bir yaşamın ilk perdesi açılıyordu.
Hayatı:
Doğumundan kısa bir süre sonra ailesiyle birlikte Ankara‘ya göç etti. Yetişkin çağlarında Ankara’da ünlü olan kabadayılarla yakınlık kurmaya başladı. Yakın dostlarından olan Şahamettin Kınalı ile Ulus‘ta bir kumarhanede oturdukları sırada ışıkların kapanmasıyla Kürt Cemali lakaplı Cemali Coşan öldürüldü ve olaydan Kabadayı Mehmet sorumlu tutuldu. Kürt Cemali’nin öldürüldüğünü gören Kılıç, can tehlikesi nedeniyle ailesiyle birlikte İstanbul‘a göç etti. O dönemde ters düştüğü ünlü kabadayı Avni Çakıroğlu‘nu yaraladı. Bu arada sayısız yaralama ve ruhsatsız silah taşıma yüzünden hapishaneye girdi.
1984 yılında yapılan Babalar Operasyonunda sorguya alındı. Silah ve uyuşturucu kaçakçılığı suçlamalarıyla, Abuzer Uğurlu ve Behçet Cantürk‘le birlikte yargılandı. 5 yıllık yargılamalardan sonra beraat etti. Dönem dönem yaptığı birçok açıklamada devlet içinde faaliyet gösteren çetelerden bahsetti. 1994 yılında ağabeyi Yahya Alikılıç‘ı kaybetti. Kızı Uğur Kılıç‘ın da karıştığı Civangate Skandalında da adı geçti. Uğur Kılıç’ın bu olay neticesinde öldürülmesi üzerine çıkan yorumlara,Karanlıkta koşanlar düşer şeklinde demeç verdi. Susurluk skandalı ile beraber, bilgilerinden yararlanılmak üzere TBMM Araştırma Komisyonu tarafından ifade vermeye çağrıldı.
1994 yılında kızı Uğur Kılıç’ın ve 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal‘ın eşi Semra Özal‘ın ricasıyla Selim Edes ve Engin Civan arasındaki anlaşmazlığı çözmek için aracı oldu. Bu olay sırasında damadı Alaattin Çakıcı ile karşı karşıya geldi. Kızı, Çakıcı’dan ayrıldıktan sonra Uludağ’da kocasının adamları tarafından vuruldu.
10 Ağustos 1999’da İstanbul’da üst solunum yetmezliği nedeniyle vefat etti. Cenazesinde yeraltı, sanat ve iş dünyasından birçok ünlü hazır bulundu.
DÜNDAR KILIÇ’IN HAYATINDAN BİR ALINTI:

12 Mart’ta İlhan Selçuk’tan solculuğu öğrendi. 12 Eylül’de ise özenle kurduğu imparatorluğun yerle bir edildiğini gördü. Gazetecilerden, polislerden, Mitçi’lerden, işadamlarından yakın dostları vardı. Hilton’u bastığı, kızkardeşinin peşine düşen bir delikanlının kulağını kesip eline verdiği anlatıldı dilden dile. İsmi etrafında giderek bir efsane oluştu bu nedenle. Adı Dündar Kılıç’tı ve yakın tarihimizin farklı bir açıdan tanığıydı. Önceki gün piyasaya çıkan Doğan Yurdakul’un yazdığı ‘‘Abi, Dündar Kılıç ve Kabadayılık Efsanesi’’ isimli kitap, işte bu ‘‘efsane’’yi anlatıyor bütün çarpıcı detaylarıyla.
Neden Dündar Kılıç’la ilgili bir kitap yazma gereği hissettiniz, sizin için cazip olan tarafı neydi Kılıç’ın?
-Bunun birden fazla yanıtı var. Birincisi çok ilginç bir kişiliği, merakla okunacak renkli ve hareketli bir yaşamöyküsü olması. Hayattayken sık sık gazetelerin birinci sayfalarında yer almış bir kişilik. İkincisi, yeraltı dünyasının ‘‘kabadayılık’’ döneminin en önemli simgesi olmasının yanında, ‘‘mafya’’ dönemine geçişte de önemli bir isim olduğu için, bu ilişkilerin ‘‘yakın tarihini’’ inceleme kolaylığı sağlıyor. Üçüncüsü ve en önemlisi de devlet içindeki bazı güçlerin yeraltı dünyasıyla ilişkilerinde önemli bir yeri var. Dündar Kılıç, 1970’li yılların sonlarıyla 1980’li yılların başlarında devletin güvenlik güçleri içinde çatışan iki kutuptan birine çok fazla yaklaşmıştı. Bunun bedelini de ağır ödedi. Aleyhinde ‘‘tertip’’ bir dava açılıp idam talebiyle yargılandı, dört buçuk yıl askeri cezaevinde yattıktan sonra beraat etti. 1984 yılında tutuklandığında sırf bu amaçla sorgulandı ve alınan ifadeleri çatışan kutuplardan biri tarafından ötekine karşı kullanıldı. 1987 yılındaki ünlü ‘‘MİT Raporu’’nun önemli kaynaklarından biri de, Dündar Kılıç’ın bu ifadeleridir. Bu açıdan bakacak olursak, ‘‘Abi’’ kitabını,‘‘Reis’’ ve ‘‘Bay Pipo’’ kitaplarının bir devamı veya tamamlayıcısı sayabiliriz.
70 TANIKLA GÖRÜŞTÜ
Kitabı yazarken nasıl bir yöntem izlediniz?

AVCIOĞLU’NUN YEĞENİ
Doğan Avcıoğlu’nun akrabası olmanız araştırmalarınızda kolaylık sağladı mı?
-Doğrudan bir yararı olduğu söylenemez, ama onun arkadaşlarından Dündar Kılıç’ı tanıyanlarla görüşmeler yaptım. Sadece onun değil, gazetecilik yıllarımda kurulmuş sağlam dostlukların da, daha önce ilgi görmüş kitapların yazarlarından biri olmamın da yararlarını unutmamak gerek.
Solda yer alan bir kişi olarak, bir mafya babasının hayatını yazmak, herhangi bir rahatsızlık duygusu uyandırdı mı sizde?
-Bir yazarın, objektif kalmaya azami titizliği gösterdikten sonra hiçbir konuyu yazmaktan rahatsızlık duyacağını sanmıyorum. Bu bakımdan meselenin solculuk veya sağcılıkla bir ilişkisini kuramıyorum. Bu konunun, tarihe kayıt düşülmesi gereken önemli bir konu olduğunu düşündüm ve o amaçla yazdım. Okuyucuların benim siyasi kimliğimle değil, kitapta yazılanlarla ilgileneceği kanısındayım. Kaldı ki, ‘‘solda yer alan’’ bir çok yazar, Dündar Kılıç’ın kendine özgü ‘‘popülist’’ ve ‘‘hümanist’’ görüşleri olan, değişik türden, nesli tükenmiş bir kabadayı olduğunu söylemektedir.
– Adınız?
– Dündar.
– Soyadınız?
– Ali Kılıç.
– Doğum yeriniz?
– Trabzon, Sürmene ilçesinin Baştımar Köyü.
– Doğum tarihiniz?
– 1935.
Dündar Kılıç, TBMM Susurluk Komisyonu’nun 19 Şubat 1997 Çarşamba günkü oturumunun açılışında Başkan Mehmet Elkatmış’ın sorularını böyle yanıtlıyordu. Ama ne ilk ifade verişiydi bu Kılıç’ın, ne de son olacaktı. Çünkü, 64 yıllık hayatı boyunca tam 38 kez tutuklanmıştı. 1999’da öldüğünde, arkasından üzülenler kadar sevinenlerin de olması doğaldı bu nedenle. Sürmene’nin komünistleriyle ünlü (TKP lideri Zeki Baştımar bu köydendir,) Baştımar Köyü’nde başlayan hayat, İstanbul’un yeraltı dünyasına kadar sürüklemişti onu.
MAFYA BABASI MI, KABADAYI MI?
Cumhuriyet gazetesi yazarı İlhan Selçuk’a göre, ‘‘Mafya babası değildi, kabadayıydı.’’ Kendisi de benimsemişti bu tanımı aslında. Oğlu Cenk’e hapishaneden gönderdiği mektupta, hafif sol bir jargonla şöyle diyecekti çünkü: ‘‘Düzen kahpe, biz kabadayıyız. Gangster başka, mafya babası başka, kabadayı başka. Kabadayı sever, sayar, hümanisttir. İnsan sevgisinden başka şey tanımaz.’’ 1992 yılında, ‘‘Kırmızı Koltuk’’ programında Engin Ardıç ile Meriç Köyatası’nın sorularını cevaplandırırken de aynı olgunun altını çizecekti: ‘‘Bütün dünya ülkelerinde, bilhassa demokrasi ülkelerinde mafya teşkilatları vardır. Türkiye’de de vardır, ama mafya kimdir, işte bu tartışılır. Mafya bir teşkilat olayıdır. Mafyanın Meclis’te milletvekilleri olur, bakanları olur, polis müdürleri olur, her kesimi, hatta fahişeleri bile olur. Bu teşkilatlara sahip olan insanlardır mafya. Ama kabadayılar halkın bağrından kopmuştur. Bu kelime yıllardır rahatsız ettiği halde yine de halka hizmet ve emek verdiğimiz için mutluyum. Hangi kabadayı nerede devletin kasalarına el uzatmış veyahut kötü bir faaliyet göstererek bir kimsenin para karşılığında canını yakmış, veya bir yerde kiralık katil olmuş?’’ 68’in gençlik liderlerinden Sürmeneli hemşehrisi ve arkadaşı Bozkurt Nuhoğlu da pek farklı düşünmemektedir aslında: ‘‘Kabadayı olmasaydı devrimci olurdu. Karadenizliler çok ilginç insanlardır. Dündar Sürmeneli’dir. En ciddi komünistler de oradan çıkmıştır.’’ İlk kez 14 yaşında sabıka kaydı yapılan, ömrünün 21 yılı hapishanelerde geçen Kılıç’ın hayatı, devletin de toplumun da ibret alması gereken ayrıntılarla yüklü… Özellikle, içinde yaşadığımız günlerde…
Cumhuriyet gazetesi yazarı İlhan Selçuk’a göre, ‘‘Mafya babası değildi, kabadayıydı.’’ Kendisi de benimsemişti bu tanımı aslında. Oğlu Cenk’e hapishaneden gönderdiği mektupta, hafif sol bir jargonla şöyle diyecekti çünkü: ‘‘Düzen kahpe, biz kabadayıyız. Gangster başka, mafya babası başka, kabadayı başka. Kabadayı sever, sayar, hümanisttir. İnsan sevgisinden başka şey tanımaz.’’ 1992 yılında, ‘‘Kırmızı Koltuk’’ programında Engin Ardıç ile Meriç Köyatası’nın sorularını cevaplandırırken de aynı olgunun altını çizecekti: ‘‘Bütün dünya ülkelerinde, bilhassa demokrasi ülkelerinde mafya teşkilatları vardır. Türkiye’de de vardır, ama mafya kimdir, işte bu tartışılır. Mafya bir teşkilat olayıdır. Mafyanın Meclis’te milletvekilleri olur, bakanları olur, polis müdürleri olur, her kesimi, hatta fahişeleri bile olur. Bu teşkilatlara sahip olan insanlardır mafya. Ama kabadayılar halkın bağrından kopmuştur. Bu kelime yıllardır rahatsız ettiği halde yine de halka hizmet ve emek verdiğimiz için mutluyum. Hangi kabadayı nerede devletin kasalarına el uzatmış veyahut kötü bir faaliyet göstererek bir kimsenin para karşılığında canını yakmış, veya bir yerde kiralık katil olmuş?’’ 68’in gençlik liderlerinden Sürmeneli hemşehrisi ve arkadaşı Bozkurt Nuhoğlu da pek farklı düşünmemektedir aslında: ‘‘Kabadayı olmasaydı devrimci olurdu. Karadenizliler çok ilginç insanlardır. Dündar Sürmeneli’dir. En ciddi komünistler de oradan çıkmıştır.’’ İlk kez 14 yaşında sabıka kaydı yapılan, ömrünün 21 yılı hapishanelerde geçen Kılıç’ın hayatı, devletin de toplumun da ibret alması gereken ayrıntılarla yüklü… Özellikle, içinde yaşadığımız günlerde…
MADANOĞLU’NA RAKI İKRAMI
Dündar Kılıç, Davutpaşa’ya Madanoğlu’ndan önce gitmişti ve o gelene kadar ‘düzenini’ kurmuştu ki, paşayı koğuşunda‘‘Hoşgeldiniz, bir emriniz var mı?’’ diyerek karşıladı. Gerisini Madanoğlu anlatıyor:‘‘Askeri Cezaevi’nde ilk gün: Gösterilen koğuşa gittim, sigaramı yaktım. Oradan buradan ‘geçmiş olsun’ sesleri. Öğleden sonra olmalıydı. Orta yaşlarda bir adam gelip önümde durdu.‘Paşam’ dedi,‘duyduğuma göre siz akşamüstleri aperatif alıyorsunuz. Burada size hizmet etmek istiyorum. Acaba ne zaman emredersiniz?’ Kimdi bu adam? Benimle dalga mı geçiyordu? Askeri Cezaevi’nde değil miydik yoksa? Başımı kaldırdım, yüzüne dikkatlice baktım. Adam bayağı ciddiydi. Köyünde veya mahallelerindeki bir oturmada dışarıdan gelen bir konuğunu ağırlayan varlıklı biri gibi içten ve rahattı. Daha fazla üzülmesine dayanamadım, ‘Akşama doğru’ dedim,‘bir duble rakı, biraz salatalık yeter!’ Bir yandan da düşünüyorum. Bu nasıl iş? Bu ünlü cezaevinde bir sivil tutuklu, emekli bir korgenerale rakı ikram edecek? Doğrusu merak etmeye başlamıştım. Derken vakti kerahat geldi ve bizimki elinde küçük bir tepsiyle göründü. Ne istediysem, ne beklediysem hepsi işte karşımdaydı. Tepsiyi yanımdaki küçük masaya indiren genç irisi adamı bileğinden tutup yanıma oturttum.‘Söyle bakayım’ dedim,‘kimsin sen?’ Kabadayı tarafını zarif bir şekilde saklamasını bilen bu adam, iki elini göbeğinin üstünde kavuşturdu: ‘Benim adım Dündar Kılıç efendim’ dedi.’’
KİTAPTAN
Bayağı münevver bir kabadayı
Kılıç’ın Erol Simavi ile ilişkileri inişli çıkışlı bir seyir izler. Daha sonra araları bozulsa da, ilk gün olumlu bir tesir bırakır Simavi üzerinde. Simavi, şöyle anlatacaktır bu tanışmayı: ‘‘Taşlık Gazinosu’nun kapalı kısmında oturuyordum; garson bana bir kart getirdi. Üzerinde Dündar Kılıç yazıyordu. Arkasında da nefis diyebileceğim bir kaligrafi ile yazılmış,‘Muhterem Beyefendi, zat-ı álinizle görüşmek istiyorum’ yazısı. Garsona,‘Yanımda eşim var, uzun sürebilir, ne konuşacak bilmiyorum; yarın akşam üzeri, saat 18.00 gibi Divan’ın barında buluşalım’ dedim. Dediğim saatte geldi. Zaten gazetelerdeki fotoğraflarından tanınıyordu. Çok adı geçerdi. Yok gangsterdi, yok kabadayıydı; yok şunu asmış, kesmiş. Bana ‘Ağabey, benim bir kere adım çıkmış, ama yardıma ihtiyacım var. Yine kötü yola düşmek istemiyorum’ dedi. Kartın arkasındaki kaligrafiyi sordum.‘‘Benim yazım’’ dedi. O sıralarda klasikler yayımlayan Varlık Yayınları’nın kitaplarını muntazaman okurmuş. Baktım adam bayağı münevver bir kabadayı.’’
Kılıç’ın Erol Simavi ile ilişkileri inişli çıkışlı bir seyir izler. Daha sonra araları bozulsa da, ilk gün olumlu bir tesir bırakır Simavi üzerinde. Simavi, şöyle anlatacaktır bu tanışmayı: ‘‘Taşlık Gazinosu’nun kapalı kısmında oturuyordum; garson bana bir kart getirdi. Üzerinde Dündar Kılıç yazıyordu. Arkasında da nefis diyebileceğim bir kaligrafi ile yazılmış,‘Muhterem Beyefendi, zat-ı álinizle görüşmek istiyorum’ yazısı. Garsona,‘Yanımda eşim var, uzun sürebilir, ne konuşacak bilmiyorum; yarın akşam üzeri, saat 18.00 gibi Divan’ın barında buluşalım’ dedim. Dediğim saatte geldi. Zaten gazetelerdeki fotoğraflarından tanınıyordu. Çok adı geçerdi. Yok gangsterdi, yok kabadayıydı; yok şunu asmış, kesmiş. Bana ‘Ağabey, benim bir kere adım çıkmış, ama yardıma ihtiyacım var. Yine kötü yola düşmek istemiyorum’ dedi. Kartın arkasındaki kaligrafiyi sordum.‘‘Benim yazım’’ dedi. O sıralarda klasikler yayımlayan Varlık Yayınları’nın kitaplarını muntazaman okurmuş. Baktım adam bayağı münevver bir kabadayı.’’
Halk düşmanlarına karşıyım abi
Dündar Kılıç, 1971 yılında Maltepe Askeri Cezaevi’ne geldiğinde, bildiği eski hapishane álemlerinden farklı bir álemle karşılaşacaktı. Çünkü içeride ‘siyasiler’ vardı. İlhan Selçuk, hapishanede tanıdığı Dündar Kılıç’ı şöyle anlatacaktır:‘‘Dündar başkaydı. Onu ayırmak lazım, Dündar külhanbeyi değildi, kabadayıydı. Yani bu kavramlar arasında fark var. Dündar’ın ölümünün arkasından ‘son kabadayı’ denmesi doğruydu. İnsan nabzından anlayan, bayağı lider vaziyetinde bir adamdı. Başka koğuşlardaydık. Dündar en büyük koğuştaydı, devrimci öğrencilerin bulunduğu koğuşta. Onlarla uyum sağladı. Onunla hiçbir problem çıktığını sanmıyorum. Kendisini haksızlığa başkaldıran bir Robin Hood gibi gördüğü için, zaten daha önce Yılmaz Güney’le ilişkileri de bu racon üzerine kurulu olduğu için, koğuşta çocuklarla gayet iyi ilişkiler içine girmişti. Bütün devrimciler ona ‘abi, abi’ dediler. Çocuklar onun öykülerini dinliyorlardı, onu seviyorlardı, ağırlıyorlardı. Devrimci gençlerin gözdesiydi, daha o zamandan tarazlanan kısık sesiyle, ‘Halk düşmanlarınına karşıyım abi’ diyordu…
Umutsuzlar’da başrol!
Kürt İdris’in ifadesine göre, Dündar Kılıç’la Yılmaz Güney, ‘‘günde iki yüz tane mermi yakacak’’ ölçüde ‘‘zaman içinde iyice kaynaşmışlardı.’’ Bu arkadaşlık, daha sonra Yılmaz Güney’in senaryosunu yazıp yönettiği filmlere de yansıyacaktı. Bilhassa, ünlü ‘‘Umutsuzlar’’ filminin kahramanı, Dündar Kılıç’ın ta kendisi olmasa da, ondan önemli izler taşımaktaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder